Av. Dr. İrfan Sönmez

Dünün Fıkhı Bu Günün Gerçekleri

Av. Dr. İrfan Sönmez

Devletin direği adalettir. Devlet meşruiyetini buradan alır. Devletle vatandaş arasındaki mukavelenin esas sebebi de budur.

Devlet çarkını işletecek olan yöneticilerdir. Demokrasilerde bu partiler-kurumlar yoluyla olur. Dolayısıyla adaleti sağlama ödevi onların yükümlülüğündedir.

İnsanlık tarihi hep adaletin nasıl sağlanacağı sorusunun cevabını aramakla geçmiştir. Kralların, sultanların, tek adamların iki dudağına mahkum olan adalet anlayışına büyük ve acı bedeller ödemişlerdir. İsyanların, kalkışmaların, devrimlerin arkasında daha çok ekmek ve adalet arayışı vardır.

Aslında ekmek davası da adaletle yakından ilgilidir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, kayırmacılık, bazıları sefahat içindeyken, diğer bazılarının sefalet içinde olması, ekmek bulamayanların, pasta yesinler diye aşağılanması  ekmekle  adalet  ilişkisinin örnekleridir. Fransız ihtilali biraz da ekmek dağılımındaki adaletsizliğe, zorbalığa, eşitsizliğe isyan değil midir?

Günümüzde adalet ekonomi ile daha da iç içe geçmiştir. Sermaye, adaletin olduğu yere koşmakta, olmadığı yerden kaçmaktadır. Kuzey Kore niçin yabancı yatırımcı çekemiyor? Adaletin kurumsal bağımsızlığını kaybederek, bir kişinin iki dudağı arasına mahkum olmasından sonra bu ülkede yabancı yatırımcı niye kaçtı. Sermaye korkaktır, adalet arar, güven arar.

Yargı bağımsızlığı işte bunun için ortaya çıkmıştır. İki dudağa mahkum bir adaletin millete çalışmadığını, kişisel kaprislere, hislere, nefretlere alet olduğunu insanlık acı tecrübelerle görmüştür. Yargıyı hislerden, duygulardan, kişisel nefretlerden, beşeri komplekslerden kurtarmak için  kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı gibi mekanizmalar ihdas edilmiştir. Toplumu, yöneten veya yönetenlerin, egolarından, kişisel eğilimlerinden korumak için de, yargıyı onları da denetleyecek, frenleyecek bir mevkie çıkarmışlardır. Hukukun üstünlüğü, herkesin yargı denetimi altında olması böyle bir düşüncenin sonucudur. Çünkü denetlenemeyen her gücün nasıl dejenere olduğu, insanlığa nasıl büyük acılar yaşattığı görülmüştür.Denetlenemeyen her güç zulme dönüşür, vatandaşın sırtına sopa, aşına zehir olur.

Batı, yargı bağımsızlığını kurumlarla sağlamıştır. Adaleti, yönetenlerin ahlakına, insafına bırakmamıştır. İnsanı  nefsine odaklı, aşırı gücün ise  ahlak bozucu olduğunu görmüş, yargıyı yönetenlerin insafına bırakmamıştır. Çok iyi, çok ahlaklı olabilirsin ama adaleti senin keyfine bırakamam demiştir.

Buna karşılık İslam tarihi tek kişilik yönetimlerin, sultanların, halifelerin zulmü ile doluyken fıkıh adamları onları frenleyecek mekanizmalar geliştirememişlerdir. Adaletle ilgili bütün müktesebat, Sultanlara, Emirlere -nasihatnameler- yoluyla tavsiyelerde bulunmaktan ibarettir.Dinlerlerse ne ala, dinlemedikleri takdirde bu halka zulüm ve baskı olarak dönmüştür. Adaletin kişinin keyfine bırakılmayacak önemde bir din hükmü olduğunu anlayamamışlardır.Asırlar boyunca her gün sultanları ahlaki tavsiyelerle frenlemenin mümkün olmadığını görmelerine rağmen onları sınırlayacak kurumsal mekanizmalar geliştirememişler, hatta kafa bile yormamışlardır. Bu konudaki tüm faaliyetleri olanı tasdik edip buna din kılıfı giydirmekten ibarettir.Adil  bir müstebite evet demişlerdir. Yönetimi zorbalıkla ele geçirene evet demişlerdir. Fitne çıkmasın diye zalimin yönetimine evet demişlerdir. Bunları bugünün dünyasında savunmak hele hele İslam'la ilişkilendirmek mümkün müdür? Tunuslu düşünür Cabiri bunu, Sunni hilafet (hükümet) teorisinin devleti bir kurum olarak görmemesi ve kendisine biat edilecek kişi üzerine yoğunlaşmasına bağlar.Yöneticide olması gereken meziyetleri sayıp dökmüşler, ama bir devlette olması gereken kurumlara kafa yormamışlardır.Devleti tek kişiden-halife-sultan veya Kral-ibaret gördükleri için bütün gayretleri o tek kişilerin özelliklerini sayıp dökme yönünde olmuştur. Çünkü kafalarında kurum ve kuruluşlardan oluşmuş bir devlet tahayyülü yoktur.

Batı toplumları yaşadıkları trajedilerden ders çıkarmış, devleti kurum olarak tahayyül edip,bugünkü demokratik devlet biçimine ve kuvvetler ayrılığına ulaşmıştır.Doğu toplumları ise, düşünürleri doğru-dürüst bir devlet teorisi ve adalet sistemi geliştiremediği için, hep bugünü dünde aramaya yönelmiş, devlet aygıtını kişi odaklı(Sultan,CB,tek adam,kral vs) düşünmeye devam etmiş, buna bağlı olarak da baskıcı, otoriter yönetimlerden kurtulamamıştır.Yaşadığımız trajedilerin arkasında biraz da devleti, bu kişi kültü üzerinden okuma hastalığı vardır. Bu düşünce tarzı dini olmadığı gibi, günümüz gerçekleri ile de uyumlu değildir.

Devlet biçimleri ile zihni dönüşümler arasında yakın bir bağ vardır. İslam toplumları kendilerine din diye sunulan dünün fıkhını aşamadıkları için kendilerine bugünü inşa edecek bir yol bulamıyorlar. Oysa dünün fıkhı- devlet ve kamu hukuku alanında-   bugünün gerçeklerine çare olmaktan uzaktır.Zihinler, eskinin eskimiş  ve eskide kalması gereken yaklaşımlarından kurtulmadıkça bu kör dövüşü devam edecektir. Demokrasi ve kuvvetler ayrılığı ile aramızda din değil, bu yaklaşım tarzı vardır.

Yazarın Diğer Yazıları