Ebru Temiz

Ekranlara Sığdırılan Hayatlar

Ebru Temiz

Hadi oğlum/kızım yeter artık bırak şu telefonu elinden cümlesiyle başlayıp sonunun büyük bir hüsran ile bittiği o klasik ebeveyn konuşmaları.

Yaşı kaç olursa olsun çocuklarımızın duymak isteyecekleri son cümledir herhalde bu serzeniş.

Ekrana bakmaktan uyuşan o güzelim beyinler, bozulan gözler, tembelleşen bedenler…

Dışarıda akıp giden hayata katılamayıp, ekran vasıtasıyla keşfe çıktığımız sanal dünya.

Gelinen nokta içler acısı.

Günümüzde okul çağına gelmiş olan çocuklara baktığımızda en iyi işaret parmaklarını kullanabildiklerini görüyoruz.

Çocuklar işaret parmağını bir tablet veya telefonun ekranını kaydırmak için kullanıyor. Bu sebeple de en çok işaret parmaklarının kullanımı gelişiyor.

Birinci sınıfa gelmiş her öğrencinin küçük kas gelişimi kalemi tutup yazı yazabilmesi açısından oldukça önemlidir.

Küçük kasların gelişimini hızlandıracak pek çok etkinlik vardır.

Bunlar: Çamurla oynama, bebeklere kıyafet giydirme, mandal takma, kesme yapıştırma etkinlikleri, oyun hamuruyla oynama…

Günümüzde bu deneyimlerin adına etkinlik dense de tüm bu saydıklarımı biz çocukken dışarıya çıkıp oyun oynama adı altında gerçekleştirirdik. Bu sebeple şimdi soruyorum sizlere. Bizler mi daha şanslıydık acaba, şimdiki çocuklar mı daha şanslı? Düşünmekte fayda var.

Artık bazı çocuklar sayılan bu etkinlikleri ekrana yansıtılan oyunlar vasıtasıyla gerçekleştiriyor ve gerçek hayattan soyutlanıyor.

Çocuklarımız silahlı, vurmalı kırmalı oyunlar oynayıp gerçek hayatta da bu oyunlara karşılık arıyorlar ve agresif kendini söz gücüyle ifade edemeyip kaba kuvvetle ifade etmeye çalışan bireyler haline geliyorlar.

Beyin gelişimleri olumsuz etkilendiği gibi kişilik gelişimleri de fazlasıyla zarar görüyor.

Bizim zapt edemediğimiz çocuklarımızı ekranlar zapt ediyor ebeveyn tanımıyla konuşmak gerekirse. Çoğu anne baba biraz olsun kafamı dinleyeyim düşüncesiyle telefonu çocuğunun eline kendisi veriyor.

Bebeğini uyutamayan veya susturamayan anneler telefondan açtıkları dikkat çekici videolarla çocuklarını susturuyor.

Nereden nereye..

Nasıl da bizden biri olmuş bu ekranlar!

Ekranlara tutsak nesiller yetiştiriyoruz.

İnternet olmadığı için ağlayan çocuklarımız var artık bizim.

Yarım saat, bir saat internetsiz kalmaya tahammülümüz yok.

Çocuklarımız bitkileri telefondan suluyor, tabiri caizse iyiliği bile telefondan yapıyor.

Komşuya bir kap çorba götürmenin, dışarıya çıkıp oyun oynamanın, bakkala gidip ekmek almanın hazzını yaşayamıyor çocuklarımız.

Ekranlara hapsettik küçücük bedenleri, dışarıda deneyimlenecek koskoca bir hayat dururken.

Mutlulukları ekranda yaşadık, çocuklarımıza da böyle öğrettik.

Düşünmeyi, sorgulamayı, analiz etmeyi, gerçek hayatta karşılaşılan sorunlara çözüm önerileri getirmeyi unuttu çocuklarımız.

Değerli okurlarım sizlerle Cemil Meriç’in bir düşüncesini paylaşmak istiyorum:

Televizyon kültür diye bir mefhum tanımıyorum.

Televizyon, aylak, şuuru iğdiş edilmiş, hiçbir zaman okumak ve düşünmek alışkanlığı kazanmamış sokaktaki adam için icat edilmiş bir nevi afyondur.

Televizyon, şuurdaki son pırıltıları da yok eden bir cehennem makinesidir.

Kişiyi gerçek hayattan koparan ve bir hayal dünyasında yaşatan hissi bir istimna...

Cemil Meriç’in televizyon olarak adlandırdığı aletin yerini günümüzde telefonlar aldı.

Kıymetli yazarımız rahmetli Cemil Meriç şimdi yaşasaydı günümüze nasıl bir yorum getirirdi acaba? Merak etmemek elde değil.

Bu yazıyı ebeveynlerin çocuklarının telefonda geçirdikleri zamanı sorgulamaları için yazıyorum.

Ekranların esiri olup ekranların içinde yaşamayın hayatlarınızı ve o küçücük pırıl pırıl zihinleri ekranlara hapsederek geleceğin ışıklarını bir bir söndürmeyin.

Gerçek hayatı dolu dolu yaşamaya her birimizin öyle çok ihtiyacı var ki…

Yazarın Diğer Yazıları